Neyzen Tevfik Hikayeleri

Anlamlı ve Güzel Neyzen Tevfik Sözlerialıntı sözleri

Neyzen, bu toprakların görüp görebileceği en kural tanımaz anarşisti, hatta anarşistlerin üstadı azamıdır. Ne protokol takar ne adabı-muaşeret. Girdiği her ortama kendi kurallarını kabul ettiren Neyzen, hem entelijansiyanın hem de berduşların sevgilisi olmayı başarabilmiş nadide bir kişilikti.

28 Ocak 1953’te aramızdan ayrılan Neyzen Tevfik’in Beşiktaş Sinan Paşa Camisi’ndeki cenaze töreni Fellini filmlerinden fırlamış bir enstantane gibidir. Kortejin ön saflarında devletin önemli mevkilerinde görev yapan bürokratlar, bakanlar, üniversite hocaları, yazar ve sanatçı taifesinin yanında kendilerine çeki düzen vermeye çalışan İstanbul’un bütün sarhoş ve berduşları. Ondan geriye şiirleri ve fıkra gibi olayları kaldı.

Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e içki içmeyi yasaklamış.. İçmeye devam ettiği taktirde hayati tehlike doğacağını söylemiş.. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de and içirmiş.. Aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik’e bir yerde içki içerken rastlamış.. Hemen hatırlatmış,

-Hani sen içki içmemek üzere and içmiştin?”

Neyzen şöyle cevap vermiş:

-Üstat, biz fakir adamız.. Bulunca içki içeriz, bulmayınca and içeriz!..

Neyzen, bir gün Mazhar Osman’la karşılaşır.

– İçmeye devam ediyor musun, Neyzen?

– Neden sordunuz, beni tedavimi edeceksiniz, yoksa yemeğe mi çağıracaksınız?

Atatürk’ün büyük dil kongresini topladığı gün, Başvekil de Bakırköy’de genişletilen bez fabrikasını açmaya gelmişti. Dil kongresine Atatürk dışında bütün bakanlar, milletvekilleri ve bazı büyükelçiler de gelmişlerdi.

Kongrede tez sunanlar arasında öğretim üyesi Cafer Kırımi Bey de vardı. Cafer Kırımi Bey kürsüde tezini savunurken, Kırımlı olması dolayısıyla söz arasında Ruslar hakkında biraz sitemde bulununca Atatürk çok kızmış ve:

– “Burası siyaset meydanı değildir, indirin şunu hemen” deyince profesörü kürsüden indirmişlerdi. Neyzen, bu olayı öğrenince şu kıtayı yazmıştı:

Fabrika yaptı sümerbank bez için,

Çok muazzam bir eser bu laf değil,

Dil işinde ehli dil tezden dedi:

Sıçtı cafer bez getirsin başvekil..

Bir arkadaşıyla Beyoğlu’nda gezerken Jön Türklerin ünlü simalarından Ubeydullah Efendi’yle karşılaşırlar. Ubeydullah Efendi o günlerde Beşiktaş Evlendirme Dairesi Müdürlüğü görevini yürütmektedir. Neyzen, Ubeydullah Efendi’ye sorar:

– Hocam, Hazreti Adem’le Hazreti Havva’nın nikâhlarını hangi imam kıydı?

– Davetliler arasında değildim, bilmiyorum.

– Peki, Adem’le Havva cennetten niye kovuldular?

– Bir münasebetsizlik etmişlerdir.

– Ne gibi?

Ubeydullah Efendi dayanamaz:

– Sizin bu akşam yaptığınız gibi.

– Peki, acaba nasıl kovuldular?

– Defol…Yoksa sana haddini bildiririm şimdi!

Neyzen, ardından bastonunu sallayarak koşan Ubeydullah Efendi ile arayı açtıktan sonra durup seslenmiş:

– Böyle nazikçe kovmasını biliyordun da, benimle ne diye bir saat uğraştın üstat?

Neyzen Tevfik bel ağrılarından yakınmaktadır. Tanıdık doktorlardan biri: “En iyisi şişe çekmek” der, “ağrılardan kurtarır seni”.

Ertesi gün bir dostu,Neyzen’i kaldırıma uzanmış, elinde rakı şişesini tepesine dikmiş şekilde görünce:

-Üstad, rakıyı bırakacağını söyleyip duruyordun, bakıyorum azaltacağına ölçüyü büsbütün kaçırmışsın.

Neyzen, dostunu yattığı yerden şöyle bir süzer:

-Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum. Bel ağrılarından şikayet ediyordum; doktor “şişe çek” dedi.

Dini bütün geçinen bir dostu sorar:

-Beni tanırsın…Cennetin anahtarı sende olsa beni oraya almaz mıydın?

Neyzen, karşısındakini baştan ayağa söyle bir süzdükten sonra gülümser:

-Bende cennetin değil de cehennemin anahtarı olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu. Belki seni oradan çıkarırdım!

Emraz-i Akliye uzmanı Dr. Fahreddin Kerim Gökay, İstanbul Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi’nde alkoliklere konferans veriyormuş. Konu, içkinin zararları.

Bir ara dinleyicilere sormuş:

– İki kovadan birine rakı, birine su doldursak ve bir eşeğin önüne koysak, hangisini içer?

Alkolikler hep bir ağızdan cevap vermiş:

– Suyu.

Dr. Gökay tekrar sormuş:

– Neden?

Neyzen Tevfik de dinleyiciler arasındaymış, cevap vermiş:

– Eşekliğinden!..

Atatürk, bir akşam Orman Çiftliği’nde kurulan sofrada dostlarıyla otururken gözüne bir köylü çocuğu takılıyor; çağırıp soruyor:

– Biz ne yapıyoruz?

– Yemek yiyorsunuz.

– Ne içiyoruz?

– Rakı içiyorsunuz.

– Peki, söyle bakalım bana: İki kovadan birine rakı, birine su doldursak ve bir eşeğin önüne koysak, eşek hangisini içer?

– Rakıyı.

Atatürk, sesini hafifleterek sofradakilere fısıldıyor:

– Aman, neden diye sormayalım…

Neyzen, sadece ney üflemez çok güzel bağlama da çalardı. Ama teklifle sazı eline alan bir adam değildi. Atatürk’e bile çalmamış. İnsanın demi gelmezse sazın da demi iyi olmaz derdi. Bir akşam Beşiktaş’ta meyhaneye gittik. Uzak masalardan birinde bir başçavuş, iki polis oturmuş. O kadar gürültülü konuşuyorlardı ki sesi bizim masada bile çınlıyordu. Kalktı yerinden Neyzen baba, gitti o masaya oturdu.Adamlar ona da rakı koydular. Garsonu çağırıp rakısına su ekletti. Bir süre sonra o masadaki sesler alçaldı. Yanımıza geldi. ‘Siz de rakıyı sulu için. Ben rakının sulusunu severim, insanın değil’ dedi.

-Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?

Maliye bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir.

-Maliye vekili değilim ki, çalarken zevk alayım.

Neyzen Tevfik’e doktor içkiyi men etmişti. Fakat Peyami Safa bir gün üstadı ziyarete gittiğinde odanın bir köşesinde bir fıçı şarap gördü.

-Bu ne bre üstad? Diye sordu. Hani sen artık içmeyecektin?

-Ne yaparsın, oğul, içmezsem kuvvetten düşüyorum.

-Peki, içkinin faydası oluyor mu?

-Ne diyorsun olmaz olur mu? Mesela bu fıçı buraya ilk geldiği zaman yerinden kımıldatamıyordum, şimdi iki elimle kaldırabilirim..

İkinci Meşrutiyet döneminde nazırlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar.

Karşılaştıklarında, Neyzen:

–Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.

–Genç yasta vali oldu, neden fasulyeye benzesin?

–İşte bende onun için benzetiyorum ya. Fasulye de sırığa sarılarak büyür.

Mustafa Kemal ile ilk kez Balıkesir’de karşılaşır.

Atatürk Neyzeni çağırır ve Neyzen’in elini kalbinin üstünde uzun bir süre tuttuktan sonra:

–Ne büyük, kuvvetli ruhun var, der.

–Neyzen ne istersin söyle?

–Sayende her şeyim var, Teşekkür ederim.

–Bir şey iste canım!

–Bir nüfus tezkeresi versinler, emrediniz.

Mustafa Kemal hayretle; “Senin nüfus tezkeren yok mu?”

–Hayır, bundan evvel hükümet yoktu ki nüfus tezkerem olsun!

Neyzen Tevfik’e muharrir yazacağı romanı anlatıyordu. Sonuna gelince Neyzen yüzünü buruşturdu:

-Bu mevzuu beğenmedim!..

-Öyle ama, siz hiç roman yazmadınız. Nasıl fikir yürütüyorsunuz?!.

Neyzen Tevfik kızdı:

-Ben yumurtanın da iyisini, bayatını anlarım. Fakat hiç yumurtlamadım!..

Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik’e memuriyet almasını teklif etmişti.Neyzen, Paşanın bu nazik iltifatına gülerek şu cevabı verir:

-Memur olursam sonunda ne olacağım?

Talat Paşa memurluk silsilelerini saydıktan sonra:

-Hiç!..der.

Neyzen, Paşaya dönerek:

-İşte ben bugün de (hiç)im!.

Sert,kavgacı,geçimsiz bir adam olan komsusu Tahsin Bey’le karşılaşır.Tahsin Bey:

-Bugün hanimi dişçiye götüreceğim.Dün gülerken gördüm,ön dişlerinden ikisi çürümüş.

-Yalan söylüyorsun

-Neden yalan söyleyecekmişim?

-Seninle yasayan insanin yüzü güler mi hiç?

Sadrazam Sait Halim Pasa Neyzeni Yeniköy’deki yalısına davet eder.Yenilip içildikten,Neyzen’n Ney’i dinlenildikten sonra Pasa Neyzen’e pırlanta islemeli essiz bir ney armağan eder.

Bizimki neyi eline alıp inceler ve Paşa’ya geri verir.

–Hayrola üstad beğenmedin mi?

–Çok beğendim

–Peki neden almıyorsun?

–Ben yolsuz kalınca bu neyi satarım,yazık olur.iyisi mi sen bana beş Lira ver,bu ney sende dursun…

1930’lu yılların ünlü politikacılarından Cevdet Kerim, bir yaz aksamı, köşkünün bahçesinde sofra kurdurmuş.Tanınmış politikacıları, sanatçı ve edebiyatçıları da davet etmiş; müzik eşliğinde yiyip içmektedirler.Bu esnada oradan geçmekte olan Neyzen Tevfik bir müddet bu âlemi seyrettikten sonra kendi kendine mırıldanmış:

— Rızk için allah kerim, zevk için cevdet kerim

Kadıköy’de Aksaraylı Hamdi’nin gazinosunda bir yandan demlenir, bir yandan ney çalarken, yanına bir boyacı çocuk yanaşır.

– Amca, boyayım mı?

Neyzen yerinden kalkar, para çıkarıp çocuğa verdikten sonra yere sırtüstü uzanır:

– Gel, yüzümü boya.

Yüzü boyanınca, Kadıköy’deki başka bir meyhaneye, Papazın Bağı’na gider. Papazın Bağı’nı mekân tutmuş olan Ahmet Rasim, onu görünce:

– Ne bu hal Neyzen? Kuşdili Tiyatrosu’nda “Arabın İntikamı’nı mı oynadın?

Neyzen güler:

– Merhamet insanın yüzünü bazen kara çıkarır.

Boyacıya acıdığını söyleyip olayı anlattıktan sonra ekler:

– Kâinata bir de bu heybette görüneyim, dedim. Allah’a şükür ki böyle bir yüz karam oldu. Ya çıkmazına boyansaydım?

Son hızla giden taksi şoförüne sesleniyor:

– Aman oğlum, n’olur biraz yavaşla.

– Merak etme baba, biz bu taksiyle gelin taşıyoruz.

– Desene biz de düzülecekler arasındayız!!!

Aksaray’da bir ev kiralar. Yeni taşıdığı günler, geceleri meyhaneden dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir. Bir gece, karşısına çıkan bekçiye sorar:

– Bekçi baba, Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor. Sen evini biliyor musun?

– Neyzen Tevfik sen değil misin?

– Ben sana kimim diye sormadım, Neyzen Tevfik’in evini sordum…

Eş dostun ısrarı ile bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder. Birkaç gün sonra, vakt-i kerahet gelince dayanamaz. Bir at kiralayıp soluğu Langa’da Kosti’nin meyhanesinde alır. Attan inmeden, kapıdan seslenip içkisini getirtir. Meyhanedeki tanıdıkları seslenirler:

– Hoca, böyle at üstünde içki içilir mi? Hele atını bağla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.

– Yoo, gelemem yanınıza. Meyhaneye girmeye tövbeliyim!