Yarı Yol

adam ve köpekalıntı sözleri

Adam ve hayattaki tek arkadası olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi..

Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar.

Adam çok susamıştı…

Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular..

Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir bahçe kapısı, ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın..

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklastı ve sordu: “Affedersiniz..Burası neresi?’‘

Kadın ona gülümsedi:”Burasi Cennet, efendim”

Adam bunun üzerine sevinçle Harika…!!!” dedi. “Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok susadım”….

Kadın cevap verdi:

“Tabi efendim, içeri girin… içeride dilediginiz kadar su bulabilirsiniz.. böylece adam köpeğine döndü, “Hadi oğlum içeri giriyoruz” diyerek kapıya yürüdü..

ama kadin onu birden durdurdu:

“Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez.. hayvanları içeri almıyoruz…”

Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde yürümeye koyuldular….

Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda buldular, ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı…

Adam sordu:

“Affedersiniz…. bana biraz su verebilir misiniz??”

Dede “içeri gel” dedi.. “kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var…”

Adam sordu:

“Peki arkadasım da benimle gelip oradan içebilir mi?”

Dede ” Tabii…” dedi..

“çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği bir kase bulacaksın…”

Bunun üzerine adam kapıdan girdi… biraz yürüdükten sonra sağ tarafta çesmeyi buldu.. Adam çesmeden köpek de oracıktaki kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler….

Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:

“Su için çok tesekkür ederim… Peki burası neresi..?”

Dede “Burası cennet” dedi.

Bunu duyan adam şaşırdı. “Ama nasıl olur..? az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler…”

Dede “şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?” dedi… ” ama orası Cehennem..”

Adam iyice şaşırmıştı “Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??”

Dede gülümsedi: “Kızmıyoruz… çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet’ten uzak tutuyorlar….”

Bahçe

Green potatoes field end blue skyalıntı sözleri

Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekini için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi.

Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.

“Sevgili David,

Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan, bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki sen bahçeyi benim için hallederdin.

Sevgiler Baban.”

Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı:

“Babacığım,

Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm.

Sevgiler David.”

Ertesi gün sabaha karşı 04.00’te FBI ve yerel polis çıkageldi ve bütün araziyi kazdı. Lakin hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.

“Babacığım,

Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.”

Sevgiler David.”

İmkansızlığın sınırı istemenin sahiciliğine bağlıdır. Gerçekten inandığın şey imkansız olmaktan çıkmıştır artık. Che’nin çok bilindik “Gerçekçi ol imkansızı gerçekleştir” sözü, başarı yolculuğunda şiarın olmalı.

 

Mutluluğun Sırrı

mutluluk6alıntı sözleri

Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış.

Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.

Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış.

Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş. Dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış.

Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama mutluluğun gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.

“Ama, sizden bir ricada bulunacağım,” diye eklemiş, delikanlının eline bir kaşık verip, sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”

Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

“Güzel” demiş bilge, “Peki, yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”

Utanan delikanlı hiçbir şey göremediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.

“Öyleyse git, evrenin harikalarını tanı.” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”

İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş.

Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini tüm ayrıntılarıyla anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge.

Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.

“Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi, “Sana verebileceğim tek öğüt var.

Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan…

BAŞARI; İstediğin yaşam biçimini yaşamaktır.

Başarının hayatımıza getirdiği en olumlu duygu, mutluluktur. Yalnız unutmayın ki başarılı insanlar çok zeki olduklarından başarılı olmamışlardır. Onlar sadece çok çalıştıkları için başarılıdırlar.

Başarılı insanların birçok özellikleri vardır. Ama en önemlisi, onlar mutluluğa önem verirler. Çünkü bilirler ki;

En büyük mutluluk, mutsuzluğun kaynağını bilmektir. Kaynağını bilmeden çare bulunamayacağını bilirler. Mutsuzluklarının üstüne giderler. Onu yok edene kadar uğraşırlar. Başarılı insanlar neşeli insanlardır. Mutluluğu yüreğinde bulmuşlardır.

Tülay Bilin

İş görüşmesi

henry fordalıntı sözleri

ABD’de işsiz bir genç, ünlü işadamı Ford’dan iş istemek için bürosuna gider. Sekreterden kavga dövüş, 8 ay sonraya randevu alır, verilen saatte gider. Sekreter der ki:

– “Ford şu anda dışarı çıkıyor. Siz de onu takip edin lütfen!”

Bir arabaya biner Ford. Genç de yanındadır. Yol boyu hiç konuşulmaz. Arabadan inip bir mağazaya yürürler. Kapıdakiler, büyük bir saygıyla karşılarlar ünlü misafirlerini. Birlikte gezdikten sonra da, aynı şekilde 2.3.4. ve 5. büyük mağazalar da gezildikten sonra dönüş için tekrar otomobile binilir. Genç daha fazla dayanamaz ve sorar:

– “Sayın Ford, benimle bir iş görüşmesi yapmayacak mısınız?”

– “Ya! Demek öyle?.. Pekiyi o halde!”

Ford arabayı durdurup, kahramanımızın inmesini ister ve basar gider. Şehirden uzak, tenha bir yerdir. Gencin cebindeyse hiç para yoktur. Sinirlenerek yürümeye başlar. Kan-ter içinde evine gelir. Bir taraftan da düşünür:

– “Mutlaka bir ders vermek istedi. Ama ne?”

Günlerce yorum yapıp gizli mesajın ne olduğunu anlamaya, bulmaya, çözmeye çalışır. Bir sonuca ulaşınca da Ford’un ilk ziyaret ettiği mağazaya koşar. İlgililer, büyük bir saygı gösterirler. Her sorusuna, sanki karşılarında Ford varmış gibi nezaketle cevap verirler. Bundan sonra, 2.3.4. ve 5. mağaza yetkililerine der ki:

– “Ürünlerinizi pazarlamak istiyorum.”

Mağaza yetkilileri;

– “Buyurun istediğiniz kadar alın-satın, parasını sonra ödeyin!”

Bundan büyük yardım mı olur bir insan için? Sonra, tutun tutabilirseniz. 5 yıl içinde, Amerika’nın en büyük iş adamlarından biri olur. “Eh Ford’u bir ziyaret edeyim de kendisine teşekkürlerimi sunayım artık!” diye düşünür.

Gidip Ford’un sekreterine söyler söylemez, aldığı cevap enteresandır:

– “Buyurun efendim, Ford sizi bekliyor.”

Ve Ford ona şunu söyler:

– “Aynı yerde arabadan indirdiğim ne ilk kişisiniz, ne de son. İçlerinden bir tek siz anladınız ne demek istediğimi. O günden beri, hayranlıkla takip ediyorum sizi!”

 

Kız çocukları çok özeldir

kız çocuğualıntı sözleri

Evliliklerinin ilk gününde kadın ve kocası kapıyı kimseye açmamaya karar verip anlaştılar.

İlk olarak o gün damadın anne ve babası evli çiftleri görmeye geldi, kapının hemen ardındaydılar. Kadın ve kocası birbirlerine baktılar, adam kapıyı açmak istedi ama eşi ile yaptığı anlaşma gereği kapıyı açmadı, böylece anne babası daha fazla beklemeyip gittiler. Aynı gün içerisinde bir süre sonra, gelinin ailesi geldi. Eşler anlaşmaya rağmen birbirlerine baktılar. Gelin gözyaşları içerisinde, bunu yapamam diye fısıldayıp kapıyı açtı. Eşi hiçbir şey söylemedi.

Yıllar sonra 4 oğlan çocuğunun ardından 5. olarak kız çocukları dünyaya geldi. Baba yeni doğan kız çocuğu için büyük bir kutlama yapmayı planladı ve tüm tanıdıklarını davet etti. Sonra o gece eşi kocasına diğer dört çocuğa böyle bir kutlama yapmadığı halde neden bu sefer böylesine bir kutlama yapmak istediğini sordu. Eşi basit bir yanıt verdi; çünkü yalnızca kızım bana kapıyı açacak.

Kız çocukları her zaman çok özeldir.

Bir erkeği babaya dönüştüren kız çocuklardır. Çünkü ancak bir kız çocuğu büyüten erkek kadınları anlamayı öğrenir. Aslında kadınları anlamak, dünyayı, doğayı ve hayatı anlamaktır.

Buket Uzuner

Hayat Kahvedir

 

Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler : ‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.

Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz.

Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar! Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.

Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar.

Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de.

Bazen sadece bardağa odaklanarak Yaratanın sunduğu kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın!

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

Basit yaşayalım

Cömertçe sevelim…

Birbirimize derinden itina gösterelim…

Nazik olalım..

Gerisini zamana bırakalım…

 

İyilik çok güçlüdür

genç doktoralıntı sözleri

Yatakta yatan adam, başucundaki genç doktora:

-Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.

Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.

Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken:

-Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için, hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.

Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken:

-Ben de öyle düşünüyorum efendim, diye gülümsedi. Kurtardığınız o çocuk, bendim.

Affetmezseniz sevemezsiniz

tren yolculuğualıntı sözleri

Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkûm olduğunu açıklamış. Mahkûmiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp Batıya gidecek, belki de bir serseri olacakmış. Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkûmun koluna koymuş,

“Şuraya bak” demiş.

Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.

“Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş”.

O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş.

Affetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır.

 

Vefa ve Sadakat

yaşlı adamalıntı sözleri

Yaşlı bir bey, sabah erkenden evinden çıkmış yolda ilerlerken, bir bisikletlinin kendisine çarpması ile yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış.

Sokaktan geçenler, yaşlı adamı hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.

Hemşireler, adamcağızın yarasına pansuman yapmışlar, ama biraz beklemesini ve röntgen çekerek herhangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyecekleri söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış ve acelesi olduğunu, tetkik istemediğini söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin sebebini sormuşlar.

Adamcağızda, “Karım huzur evinde kalıyor, her sabah onunla kahvaltı etmeye giderim, geç kalmak istemiyorum” demiş.

Hemşire “Karınızın, siz gecikince merak edeceğini düşünüyorsunuz herhalde” demiş.

Adam üzgün bir ifade ile “Ne yazık ki karım alzheimer hastası ve benim kim olduğumu bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle “Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşturuyorsunuz?” demişler.

Adam buruk bir sesle “Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” demiş.

Vefa sevginin şahidi ve mührüdür. Vefasız bir sevgi imzasız bir senet gibidir.

Tahir Taner

Notlar

Evlilik, vefanın çok önemli olduğu, ne yazık ki pek gösterilmediği bir alandır. Evlilik andına sadık kalan, yani beraber yaşayıp birbirlerinin yararı için çalışan bir erkek ve kadın mutluluk ve güvenliği bulma yolunda önemli bir adım atmıştır. Bunun nedeni, insanların hem vefa gösterme hem de vefa görme ihtiyacıyla yaratılmış olmasıdır. Aden bahçesinde Âdem ile Havva’yı evlilik bağı ile birleştirdiğinde Tanrı şöyle demişti: “İnsan anasını ve babasını bırakacak, ve karısına yapışacaktır.” Aynı şey kadın için de geçerliydi; o da kocasına yapışmalıydı. Erkek ve kadın birbirlerine sadık olmalı ve işbirliği yapmalıydı.

Vefa üzerine bir hikaye…

jopon evialıntı sözleri

Japonya’da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir: Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışarıdan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.

Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle… Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir..

Evlatlık ne demek?

Mother with daughter in the parkalıntı sözleri

Evleneli oniki yıl olmuştu. Çocuk sahibi olamamıştık.

Tedavi için gittiğimiz doktorların hemen hepsi aşağı yukarı aynı şeyleri söylemişlerdi. Bu gerçekleri duymak eşim için de benim için de her seferinde yıkım oluyordu.

Çocuk sahibi olabilmeniz imkansız görünüyor.

Bu kelimelerin her tekrarlanışı umudumuzu iyice yitirmemize neden olmuştu.

Neden evlatlık edinmiyoruz? dedim eşime

Üstelik sahipsiz onca çocuk varken…

Belki de Allah onlardan birine sahip çıkmamızı istiyor.

Ve belki de bu yüzden bir bebek sahibi olmamızı dilemiyor.

Yetimhanede bebeklerin bulunduğu bölüme girer girmez, ilk onu gördüm. Ayaklarını havaya dikmiş, elleri ile onlara ulaşmaya çalışıyordu.

Harikulade bir bebekti ve ben ondan gözlerimi alamıyordum.

İşte bu… bunu kendimize evlat edinelim dedim.

Daha ilk bakışta ona karşı öylesi güçlü bir sevgi hissettim ki, sanki doğurduğum çocuğumu emanet bıraktığım bir yerden geri almak üzere gelmişim hissine kapıldım.

Ancak yetimhane yetkilileri evlat edinebilmenin biraz güç olduğunu söylemişlerdi.

Ben bu bebek için sonuna kadar mücadele edeceğim dedim eşime, O da zaten bu konuda en az benim kadar kararlıydı. O günden sonra, gerçekten de onun için çok mücadele etmek zorunda kaldık.

Bir çok araştırma, soruşturmaya tabi tutulduk.

Aylarca uğraştık ama sonunda onu bize verdiler.

Kızımızın hayatımıza girmesi ile birlikte yuvamızın tek eksiği de artık tamamlanmıştı. O harika bir bebekti.

Eşimle ben onun için çıldırıyorduk.

Kızım okul çağına geldiğinde ona gerçeği anlattık.

Artık kendisinin öz anne ve babası olmadığımızı biliyordu. Bu gerçeği öğrenmiş olması onda tahmin ettiğimiz şoku yaratmadı. Küçücüktü fakat inanılmaz derecede olgun bir çocuktu.

Birgün arkadaşıyla sohbetlerine tanık oldum. Sevgili kızımın o gün arkadaşına söylediği sözler, benim hayatımda aldığım en güzel ödül oldu.

Ben evlatlığım dedi kızım

Arkadaşı şaşkın bir ifade ile sordu;

Evlatlık ne demek?

Küçük kızım şöyle yanıt verdi.

Annenin karnında değil, yüreğinde büyümektir.

Bir annenin varlığı, en büyüktür aşktır çocuğuna…

Anne bir sanatçıdır, en güzeI eseri de yavrusudur.

Gerçekten de anne, bir çocuk için hayatın ta kendisidir.

Yaşamın bütünü ve anlamı “anne” kavramında somutlaşır.

Çöp Kamyonu Teorisi

 

Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı. Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkıyla kurtuldu. Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.

Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Ve gerçekten çok arkadaşçaydı. Sordum: “Neden bunu yaptığınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti.”

Taksi şoförü bana, şimdi “Çöp Kamyonu Kanunu” dediğim şeyi öğretti. Şoför pek çok insanin çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı. Her tarafta çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular. Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın. İşin ana fikri şu ki, başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla ‘size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin.’ Hayatta başınıza gelenlerin yüzde 10’u dış etkenlerden, yüzde 90’ı ise nasıl tepki vererek karşıladığınızdır. Yüzünü güneşe dönen insan gölge görmez.

 

Baba bana borç verir misin?

 

Baba, işten yorgun argın eve geç gelmişti..

Çocuk: Baba, bir şey sorabilir miyim?

Baba: Evet..

Çocuk: Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?

Baba: Bu senin işin değil..

Çocuk: Babacığım lütfen, bilmek istiyorum..

Baba: İlle de bilmek istiyorsan 20 milyon..

Çocuk: Peki bana 10 milyon borç verir misin?

Baba: Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat..

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

Adam sinirli sinirli “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.” diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, “Belki de gerçekten lazımdı”…

Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı…

Yatağında olan çocuğa, “Uyuyor musun” diye sordu. Çocuk “Hayır” diye cevap verdi…

“Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” dedi…

Çocuk sevinçle haykırdı, “Teşekkürler babacığım”… Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

Bunu gören adam iyice sinirlenerek, “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok” diye kızdı…

Çocuk “Param vardı ama yeterince yoktu” dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; “İşte 20 milyon…”Senin bir saatini alabilir miyim? Yarın 1 saat erken gelebilir misin? Seninle akşam yemeğini beraber yemek istiyorum.” dedi…

 

Fısıltı ve Tuğla

 

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını farketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü.

Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı;

“Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?”

İyice sinirlenerek devam etti:

“Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?”

Çocuk yalvararak cevap verdi:

“Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı”

Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu.

“Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli

sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.”

Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, bogazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti.

Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek:

“Teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun” dedi.

Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.

Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı

yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.

Allah, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazan, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin.

Tercihi siz yapın…

 

Hachiko;bir vefa hikayesi

Hachikoalıntı sözleri

1924 yılında Tokyo Üniversitesi’nde görev yapan Japon profesör Hidesaburo Ueno küçük bir köpek yavrusu sahiplendi. Profesör Ueno, Japoncada ‘sekiz tane’anlamına gelen Hachiko adını koydu köpeğine.

Beraberliklerinin sadece bir yıl süreceğini bilmiyordu. Ama o bir yılda dünya tarihine geçecek, kitaplara, filmlere konu olacak bir ilişki yaşadılar. Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek köpek olan Hachiko her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik etti. Tren istasyonunun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite dönüşünde istasyonun çıkışında Haachiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin akşam eve dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek trenin önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini trene kadar götürdü ve her akşam iş çıkışında trenin önünde karşıladı Hachiko. Hiç saatini şaşırmadı. Ama bir akşam trenden inmedi profesör gözleri trenin kapısında gece boyunca bekledi hachiko. Bir sonraki akşam yine yoktu profesör… Üçüncü akşam yine trenden inmedi.. Dördüncü, beşinci, akşam yok yokkk..Üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü profesör. Hachiko, her akşam sahibim trenden inecek diye inatla bekledi. Haftalar, aylar boyunca her akşam Tokyo Shibuya istasyonunun kapısına gitti.

Tam 10 yıl boyunca…12 yaındayken tren istasyonunun kapısında öldü hachiko..Bugün Tokyo’ya gidenler Shibuya istasyonunun kapısında hikayesini okuduğununuz Hachiko’nun heykeliyle karşılaşır. Japonlar, sadakat ve insan-hayvan ilişkisinin sembolu olarak ölümünden hemen sonra diktiler bu heykeli. Ikınci Dünya Savaşı’ndan sonra da unutmadılar hachiko’yu ve 1948’de yeni bir heykelini yaptılar. Bugün Shibuya istasyonunun o kapısı Hachiko çıkışı olarak biliniyor. Tokyo’nun en önemki buluşma merkezlerinden biri. Her yıl Hachiko’nun ölüm yıldönümü olan 7 Mart’ta bütün hayvanseverler heykelin önünde buluşuyorlar.

Hachiko’nun hikâyesi 1987 yapımı bir Japon filmine konu oldu. Bizde Japon Filmleri Festivali’nde gösterilmişti. 2009 yılında ise o filmin Hollywood versiyonu çekildi ve bitti.

Hachiko’nun sahibi profesörü canlandıran da Richard Gere…Izlediğimiz video bu filmden alınan görüntülerden oluşmuştur..

 

Vefa

tilkialıntı sözleri

Fakir bir adam vardı. Evinde arpa ekmeğinden başka yiyeceği, sırtında keçi kılından dokunmuş giysiden başka giyeceği yoktu. Çok zaman fakirlik belasını başından binlerce gayretine rağmen çıkartamıyordu. Neye el uzatsa ne işle uğraşsa hep kuruyor hep batıyordu. Ormandan odun toplasa evine getirip yığsa ateş düşer yanardı. Tarla ekse buğdayım olsun dese kuraklık olur borç aldığı tohumu bile ödeyemez hale gelirdi. Çobanlık yapsa koyun otlatsa ne kadar aç kurt varsa güttüğü koyunlarla beslenirdi. Bütün ahali onun bu haline hayrette kalır uğursuz olduğuna inanırlardı. Çok fakir olduğundan kimse kız vermemiş dünyadan bir nasip alamamış evlenip çoluk çocuğa karışamamıştı.

Fakirlik kimi insana rahmet kimisine ise bela ve musibettir. Bazı insanlar fakirlik yüzünden dinini namusunu satmış bazısı da zenginliğin verdiği şımarıklıkla firavun kesilmişlerdir.

Bir gün ormana gidip yakacak toplamak için dolaşırken yıldırım çarpması sonucu bir tilkinin üzerine büyük bir ağaç düşmüştü. Adam tilkiyi kurtardı ve yaralarını temizledi, sardı. Tilki adamın bu iyiliğine minnettar oldu ve çok iyi dost oldular.

Tilki adamın fakirliğini gördü ve ona çok acıdı. Ona gizli hazineleri altın, gümüş, zümrüt ve yakutların yerini gösterdi. Adam tilkiyle olan dostluğunun ardında kısa zaman içinde civarın en zengin ve şöhretli kişisi oldu. Dün uğursuzlukla itham edenler şimdi karşısında hürmetle eğiliyor ziyafet sofralarında başköşeye oturtuyorlardı. Her anne kızına böyle bir koca bulmasını tembihliyor ağalar paşalar adamın dostu olmak için çabalıyordu. Adam köyün en güzel evini yaptırdı. Usta dülgerler, mobilyacılar evi saraylara layık şekilde bezediler. Yedi düvele nam salmış güzellikte bir genç kızla evlendi evinde mutluluk Fırat’ın suları gibi çağlamaktaydı.

Tilki adama; “Aziz dostum ben ölünce beni ne yapacaksın” dedi.

Adam ; “Benim civanmert bilgili dostum! Ben senden gördüğüm iyiliği öz annemden babamdan görmedim. Bir insanın yedi kardeşi olacağına senin gibi bir dostu olsun. Allah sana uzun ömür versin. Eğer sen ölürsen içinde güller, yaseminler, menekşelerle dolu bir bahçede kuş tüyünden yapılmış yataklar hazırlarım. Bülbüllerin şarkıları eşliğinde istirahat etmen için bende ölünceye kadar sana bekçilik ederim” dedi.

Ahmak olan o kişidir ki tutamayacağı sözü verir.

Tilki, adamı sözünde doğru olup olmadığını anlamak için denemek istedi. Zira dostluğu deneme tartısına vurmadan anlamak her yiğidin harcı değildir. Denemediğin birisiyle yola çıkarsan seni hangi yolda nasıl bırakacağını bilemezsin. Benim güvenmeye ihtiyacım yok dersen dosta da ihtiyacın yoktur. Dost seni kendisi gibi bilen demektir.

Tilki, admın sözünün üzerinden bir müddet sonra ölü taklidi yaptı. Adam tilkinin öldüğünü sanıp cesedini bir çöplüğe fırlatıp attı. Ahde vefasızlık gösterdi, verdiği sözü unuttu. Tilki gözlerini açtı admın karşısına dikildi –dedi-;”Hani gülün, sümbülün? Hani kuş tüyü yatağın? Nerde sadakatin, dostluğun? Senin dostluk anlayışın bu mu? Bu muydu söz verişin, sözünü tutuşun? Sen yalancıkta iblisi geçtin. İblis lanetliyken bu yaptığını yapmaktan haya eder. Nerede yitirdin ahde vefanı? Nerede kayboldu doğruluğun? Gördüğün iyiliğe teşekkürün bu muydu? Ya Rabbi! İnsanoğlunun hilelerinden sen beni koru. Ben ki tilkiyim, yüzlerce hile ve tuzak bilirim, kurnazlığımla nam salmışım. Senin bu alçaklığın karşısında yüzüm utançtan renkten renge girmekte.”

Adamın başı utanç içinde yere eğildi ve dedi; “Ah benim devletli dostum! İyilikte, cömertlikte yüzlerce Hatem’i geçtin. Senin bunca iyiliğin karşılığında yaptığımdan yüzüm yerden kalkmaz oldu. Utanç çukurunda gönül aşıma kan doldu. Bu vefasızlık karası bütün güzellikleri zehir etti. Ne olur affet beni. Ben ki sözünde yalancı olmuşum, küçülmüşüm senin gibi iyilikte eşi olmayanın affetmesi uygun düşer.”

Tilki; “Yalancıyla dost olanın ayağı çukurdan kurtulmaz. Senin gibi bir dostum olacağına ilelebet yalnız kalmam benim için daha hayırlıdır. Bundan sonra sana nasıl güvenirim? Nasıl sana arkamı dönerim?” dedi.

Adam –dedi-; “Evet şüphesiz doğru söylüyorsun. Ben çok büyük bir hata ettim. Hata yapmak biz insanlar içindir. Senin asaletin bunu görmezlikten gelmeyi gerektirir. Bu utanç ve pişmanlık beni melekler meclisine götürdü.”

Adam bunu gibi binlerce söz söyledi, tilkiyi ikna etti. Eski dostluklarına geri döndüler. Gel zaman, git zaman vakit vaktine ulaştı ecel kapıyı çaldı. Tilki gerçekten öldü. Adam kuştüyünden yataklar hazırladı tütsülerle dolu bir odada tilkiyi yatağa yatırdı başında bekledi. Aradan günler geçti tilkiden kötü kokular gelmeye başladı. Tilkinin gerçekten öldüğümü anlayan adam, bahçede güzel bir mezar kazdı ve tilkiyi oraya gömdü.

Sevgi olmasaydı başa çıkamazdım

vefa3alıntı sözleri

Bahçelievler’de yaşayan Zinifer Güney (62), 44 yıldır zihinsel engelli 4 kardeşine bakıyor. Kardeşlerine bakabilmek için bütün evlilik tekliflerini geri çeviren Güney, kardeşlerini çok sevdiğini söylüyor.

Yenibosna’da eşine az rastlanılacak bir insanlık hikayesi yaşanıyor. 62 yaşındaki Zinifer Güney, zihinsel engelli kardeşleri İsmet (63), Necdet (53), Soner (49) ve Taner’e (45) hem annelik hem de babalık yapıyor. Kardeşlerinin bütün ihtiyaçlarını karşılayan vefakar abla, onlara bakabilmek için kariyerini yarıda bırakmış ve Amerika’ya gitmekten vazgeçmiş. 4 yıl önce annesini kaybeden Güney, uzun yıllar yatağa bağımlı babasını da baktığını anlatıyor. Annesini ve babasını kaybettikten sonra kardeşleri ile birlikte Yenibosna’da yaşamaya devam eden Güney, engelli kardeşlerinin yıkanma ihtiyacından yemek ihtiyacına kadar her şeyini karşılıyor. Babasından kalan maaşla geçinmeye çalışan Güney’in devletten tek isteği özürlü bakım ücretinin kendilerine de verilmesi. Diğer yandan sedef hastası kardeşi Taner’in tedavisine de yardım edilmesini istiyor.

‘ANNEM ‘ÇOCUKLARIM SOKAKTA KALACAK’ DİYE ÇOK AĞLIYORDU’

Annesinin rahatsızlığı sebebiyle hayatını kaybettiğini belirten Güney, “Ben çocukken annem, ‘Çocuklarım sokakta kalacak’ diye çok ağlıyordu. Ben diğer arkadaşlarımın böyle bir derdi yok da benim annem niye ağlıyor? Diye çok şaşırırdım. İlkokul 4. sınıfta kardeşlerimin özürlü olduğunu anladım. Anneme sonra ‘Sen üzülme, ağlama’ dedim; çünkü ben onun ağlamasına dayanamıyordum. Ben kardeşlerime bakacağımı söyledim ve okumaya karar verdim. Öğretmen okulunu kazandım. Şavşat’ta bir okula atandım.” diye konuştu.

Artvin’den İstanbul’a taşındıklarını anlatan Güney, “Annem rahatsız olduğu için bana çok fazla katkısı olmuyordu. İşleri yine ben yapıyordum. Sonra annemi ve babamı kaybettim.” dedi.

Günlük yaşantısı hakkında bilgi veren Güney, “Bunları yemek yedikten sonra bağlasan durmazlar. Bir tanesi İbrahim Tatlıses hayranı. Alışveriş yapıyorum. En az üç pazara, 10 tane de markete gidiyorum. Sabah 6’da kalkıyorum. 8 buçukta televizyonda haber kanallarına bakıyorum. 9 buçukta kalkıyorlar. Kahvaltılarını hazırlıyorum. Bütün ihtiyaçlarını karşılıyorum. Banyosunu yaptırıyorum. Temizliklerini yapıyorum. En büyüğü prostat hastası. Tuvalete yetiştiremiyorum. Üzerine yapıyor. En küçüğü sedef hastası.” ifadelerini kullandı.

‘BENİM AKLIM, YÜREĞİME SÖZ GEÇİREMEZ’

Kardeşlerini çok sevdiğini dile getiren Güney sözlerine şöyle devam etti: “Ben yüreği ile yaşayan bir insanım. Benim aklım yüreğime hiç söz geçiremez. Şimdi benim bütün amacım annemi ve babamı buraya getirdim. Yerleştirdim. Kendim Amerika’da kalmak istiyordum. İmkanlarım da vardı. Annem, babam, ‘Biz geldik, evden dışarı çıkamıyoruz, perişan olduk’ dediler. Ben de gidip, bunları çevreye alıştırayım diye düşündüm. Dönerim dedim; ama bağlar da koptu, gidemedim. Orada kalıp para gönderecektim. Ama kalamadım, yüreğim dayanmadı. Mutluyum. Bunların karnını doyurduğum zaman mutlu oluyorum. Diyelim ki, benim sevdiğim bir meyve var, evde az kalmış, bunlar da o meyveyi seviyorsa onu yemem. Sevgi olmasaydı başa çıkamazdım. Şimdi ise ben öldükten sonra onların ne yapacağını düşünerek üzülüyorum.”

Bir Vefa Hikayesi…

vefa4alıntı sözleri

15 yıllık bir evlilik hikayesi… Onları hastalık vurdu ama onlar evlilikte ve sağlıkta verdikleri sözleri unutmadı. İşte bir kocanın eşine olan vefası…

Konya’da felç olduktan sonra bakıma muhtaç hale gelen Rukiye Gezer, yemeğini yedirip altına bez bağlayan 14 yıllık kocasının olağanüstü desteği sayesinde hastalıkla mücadele ediyor. Karatay Belediyesi Şefkat Evleri’nde eşiyle birlikte kalan Hacı Fetih Gezer (37), eşi Rukiye ile 15 yıl önce işçi olarak çalıştığı tarlada tanıştıklarını, bir yıl sonra da birbirlerini severek evlendiklerini söyledi.

Bu evlilikten yaşları 12 ile 5 arasında değişen 4 çocukları olduğunu belirten Gezer, ”Çok mutlu bir evliliğimiz vardı. Ancak Rukiye beş yıl önce rahatsızlandı. Eşimin beyninde tümör bulunduğunu öğrendik. Bir yıl sonra da felç oldu. Konuşamaz, yiyemez oldu” dedi. Eşinin rahatsızlığından dolayı, çalıştığı halı yıkama işinden çıkmak zorunda kaldığını anlatan Gezer, şöyle devam etti: ”Evimizin kirasını ödeyemeyince evden çıkartıldık. Kiralık ev tutmak istediğimde birçok şeyden habersiz haldeki Rukiye’nin rahatsızlığından dolayı bize ev vermek istemediler. Ancak bu sefer de bakımı zor olan eşimle ilgilenirken çocuklarımızı ihmal etmeye başladım. Bunun üzerine o zaman bir yaşında olan oğlumuzu güvendiğimiz kişi aracılığıyla bir aileye evlatlık vermek zorunda kaldık. İki çocuğumuz yatılı okulda öğrenim görüyor. Biri ise babaannesinin yanında. Yardıma ihtiyacımız olduğu anda yakınlarımız bize sırt çevirdi.”

Hastalığı süresince yıllarca eşini sırtında taşıdığını, altını değiştirip yemeğini yedirdiğini anlatan Gezer, şunları kaydetti: ”Eşimin altına bağladığım bezden ve yiyecek ekmeğimize birçok giderimizi yardımseverler karşıladı. En son hayırseverlerin desteğiyle durumumuzdan haberdar edilen Karatay Belediyesi bize sahip çıktı. Şimdi Karatay Şefkat Evleri’nden verilen bir evde oturuyoruz. Son günlerde Rukiye yapılan tedavi ve bizim desteğimiz sayesinde konuşmaya başladı.

Rukiye Gezer (31) ise artık kötü günleri geride bırakmak istediğini, bunun için çok çabaladığını bildirdi. Kendisine bir bebek gibi bakan eşine çok şey borçlu olduğunu vurgulayan Gezer, ”Beni kocam ve hayırseverler hayata bağladı. Herkes bizi terk etti. Ancak eşim ve hayırsever Mehtap teyzem hep yanımda oldu. Yavaş yavaş sağlığıma kavuşuyorum. Her şeyi moral ve motivasyonumu sürekli yüksek tutmaya çalışan, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan kocama borçluyum” diye konuştu.

En küçük çocuğunu 4 yıldır göremediğini ve onu çok özlediğini dile getiren Gezer, yine çocuklarıyla bir arada olacağı günün özlemini çektiğini sözlerine ekledi. 

Notlar

Olumsuz örneklerin beni götürdüğü yer, tam olarak şurasıdır: Vefa, kendini bilmektir. Dönüp bakmaktır. Unutmamaktır.

Bize düşen, her türlü olumsuzluğa rağmen, vefa yokuşunu çıkmaya çalışmaktır. Yokuşun sonunda güzel bir şey olmayabilir, olsun.

İnancıma göre, vefa doğuştandır, vefasızlık ise sonradan edinilir. Mesela, “siyasette vefa yoktur” derseniz, vefasızlığı normal bir davranış gibi görmüş ve göstermiş olursunuz. Aynısı, hayatın her alanı için geçerlidir.

Denilir ki, insanın terbiyesi musibet anında ortaya çıkar. Vefalı olup olmadığımız da zor şartlarda, zor zamanlarda kendini belli eder. Üzerimizde hakkı ve hukuku olan insanların zor zamanlarında, onların yanında mıyız, yoksa başka bir yerde mi?

Yapılan iyilikler, verilen emekler, elbette alacak hanesine yazılmaz. Fakat vefa diye bir şey varsa, ki var, işte o beklenir.

Aslan ve Fare

aslanalıntı sözleri

Ormanlar kralı aslan ormanda bir gün yatmış uyuyormuş. Minik bir fare aslanın üzerinde korkusuzca dolaşıyormuş. Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi kuyruğundan tutup, yakalamış. Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış:

“Ne olur beni bırak! Gün olur benim de sana bir iyiliğim dokunur,” demiş.

Aslan farenin bu sözlerine gülerek:

 “Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki?” deyip, fareye acımış ve fareyi bırakmış.

Fare sevinerek oradan uzaklaşmış…

Aradan zaman geçmiş, Aslan da bir gün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış.

Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış. Oradan geçmekte olan minik fare aslanın bu durumunu görmüş. Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş. Aslanı tuzaktan kurtarmış. Fare aslana;

“Beni küçük diye beğenmiyordun. Bak. senin canını kurtardım,” demiş. Aslan, böylece yapılan bir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlamış…”

Notlar

“Vefa” insanın diğeriyle yaşaması ve sosyal bir hayat sürdürebilmesi için olmazsa olmaz “duygularından” bir tanesidir. 

Bugünlerde herkes bu duygunun eksikliğinden söz ediyor. Hatta vefalı olmak belirleyici bir unsur olarak farklılığın “ayrıcalıklı” nişanesi durumuna getiriliyor. 

denilir ki;

vefa, arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamaktır..

vefa, dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere,hayallere ihanet katmamaktır…

Sabır

 

Tesbihlerin ruhu sabırdır.Sabır, başlı başına bir tesbihtir.Tanrı yüzbinlerce kimya yarattı ama, insan sabır gibi bir kimya görmedi.Sabret , zira sabırla güçlük ortadan kalkar.Sabır, ferahlığın anahtarıdır.Tanrı, kendi eserine bakanın yanında var, zatına bakanın yanında ise yoktur. Tanrı’dan başkasına kavuşmak ona gitmekle olur. Halbuki Tanrı’ya sabır ile ulaşılabilir.Mevlana

Bir bakırcı ustası müthiş bir ilim arzusuyla elindeki tencereleri ve eşyayı tamamen dağıtmış ve evindeki hamile karısına bütün masraflarını karşılayacak bir miktar bırakıp onun iznini ve rızasını da alarak ilim tahsil etmek için bir başka ülkeye yola çıkmış. Yirmi sene boyunca Arabî ve dînî ilimler üzerine tahsilini tamamlamış, sonra vatanına dönmek üzere yola çıkmış. Yolda erenlerden birine misafir olmuş ve ona durumunu anlatmış. O da ona:

“İlimlerin ve amellerin aslı nedir?”

diye sormuş. Bu soruya cevap veremeyip yine o kâmil zatın cevap vermesini istemiş. O zat da: “Eğer bize bir müddet hizmet edersen ilmin aslını öğrenip evine dönersin” demiş. Bunun üzerine o alim, o mübarek zatın hizmetini kabul etmiş, onun yanında iki yıl kalmış.Sonra o yetkin insan, o alime şevkat edip şöyle demiş:

“Oğlum gel sana bunun cevabını vereyim de evine, zevcene dön ve ömrün oldukça bize hayırla dua et. Şunu kesinlikle bil ki, bütün ilim ve amellerin, her mârifet ve kemâlin aslı sabırdır, bunlar ancak sabırla kazanılır. Tahammül ve teenni de sabra dahildir. Eğer her işte sabırlı olursan her türlü pişmanlıktan kurtulur ve iki alemde de her yönden saadete kavuşursun. Bu nefis cevheri sana öğretmek için seni bir müddet alıkoydumsa, bunun kıymetini bilesin ve bunu kulağından çıkarmayıp, bu öğüdü çok iyi muhafaza edesin ve asla unutmayasın diyedir.”

 

Bunun üzerine, o âlim bu cevheri aldığından dolayı o zâta dua edip rızasını almış ve ülkesinin yolunu tutmuş. Nihayet yatsıdan sonra evinin kapısına ulaşmış. O anda: “yirmi iki yıldan beri haber alamadığım evin kapısını vurmadan önce pencereden şöyle bir bakayım, bunca zaman bu evde kim kalmış” diye düşünerek gizlice evin penceresinden içeriyi gözetlemiş. Bir de ne görsün, kendi karısıyla genç bir erkek yanyana oturmuş  mutlu bir şekilde sohbet ediyorlar. O an aklı başından gitmiş ve kendinden geçip pencereden bir okla tam o genci öldürecekken, son anda aklına sabır gelmiş. “İki yıl bekleyip de kazandığım cevheri acele edip kaybetmeyeyim, kapıya gideyim de o herifi öyle öldüreyim” diye düşünmüş. Nihayet kendini tutup kapıyı çalmış. İçerden o genç, “Kimsin?” diye sormuş, o da, “Bu evin eski sahibiyim” diye cevap vermiş. Karısı sesinden hemen onu tanıyıp sevinçle, “Aç oğlum kapıyı aç, sen doğmadan önce gurbete giden pederin geldi” diye bağırmış. Öfkesini yenip sabreden o alim, bu sözden o gencin kendi oğlu olduğunu anlamış. Böylece sabrın kerametini görmüş ve büyük bir pişmanlıktan kurtulmuş. Sevincinden ona sabrı ihsan eden Mevlâ’ya hamdedip övgüler yükseltmiş. Ömrü boyunca sabra özen göstererek mutlu olmuş, kendisine sabrı telkin eden o üstün ve ermiş insana dualar etmiş. Kendisi de büyük bir âlim olup Hanefi fıkhını genişletmiş. Kudûrî kitabını te’lîf eden bu zattır..

Kaynak: Marifetnâme, syf. 396,397/Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (k.s)

Denilir ki:

Hazreti Mevlana “Şüphe yok ki, yavaş iş Rahman’dan, acele iş de melun Şeytan’dandır.” der. Şu kısımlar Rumî’den: “Yavaşlık, Allah ışığıdır; çabukluk ise Şeytan’ın dürtmesinden meydana gelir… Ay, geceye, yavaş olma konusunda ders verir; sıkıntının yavaş yavaş aşılacağını işaret eder ve şöyle der: ‘Ey ham, aceleci kişi! Dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Ey tencere yavaş yavaş, ustaca kayna! Delice kaynayan yemek, lezzetli olmaz.’”

Sabırsızlık çiğliktir.

Sabır, sadece huzur ve sükûnet dolu bir hayat yaşamanın değil; muvaffakiyetlerin de sırlı anahtarıdır. Musibetlere karşı dayanabilme, dayanma eşiğinin yüksekliği, olumsuzluklara karşı paniğe kapılmadan sükûneti koruyabilme hayati önemdeki bir haslettir.

Sabır en ciddi ihtiyaçtır.

Modernizmin en büyük yanılgılarından biri olan acelecilikle yenilginin en muazzamını yaşamak üzere. Hızlı hareket etmek, hızlı düşünmek, hızlı karar vermek, hızlı yemek; hasılı hızlı yaşamak kaçınılmaz bir hezimete açıyor tüm yolları.

Kur’an-ı Kerim, haksızlık durumunda ya da daha ciddi ve büyük imtihanlar karşısında müminlere ilk reçeteyi hep aynı kelime ile yazar: Sabır! Sabır ile verilecek olan tüm mücadelelerde ise kesin bir galibiyet vaat eder. Zira “Allah sabredenlerin yanındadır!”  Bu evrensel kıstasın bahsedildiği her noktada tarihsel bir perspektif sunulur ve bütün kapılar sabra çıkarak ilahi navigasyon çizilir. Şüphesiz burada bahsedilen güçsüzce bir baş eğiş ya da rıza gösteriş değildir. Sineye çekmek ile sabretmek farklı şeylerdir. Yüce Kitab’ımız son derece net şekilde sabrın anlamını, ‘her türlü zorluk ve musibet karşısında dayanma ve kararlılık göstermek’ olarak tanımlar.