Belçika’da 30 yıldır hapiste bulunan bir seri katil “dayanamayacak kadar büyük psikolojik acı çektiği” için ötenazi talebinde bulundu. Aynı zamanda tecavüzden hüküm giymiş olan mahkumun bu isteği kabul edildi.
Haberi okurken Dostoyevski’nin suç ve ceza romanını düşündüm. St. Petersburg’un sefil ve çirkin dünyasında yaşayan Raskolnikov’un, yaşam mücadelesi ve kendi iç hesaplaşmalarının anlatıldığı roman bana göre tartışmasız bir başyapıt. Çevrenin ve toplumun insan üzerinde gerçekleştirdiği değişimleri açık ve net bir şekilde ifade eden roman bize şunu anlatır; İnsan her türlü zorluğa dayanırken; eşitsizliklere başkaldıran, haksızlıkla uzlaşmayan ahlaklı bir varlık olmalıdır.
Suç işleme trendi, ülkemizde ve dünyada gittikçe artmakta. Suçların bireysel olması yanında kitlesel nitelikte de olması vahameti arttırmaktadır.
Ülkemizde suçların yaklaşık olarak yarısı, 25 yaşın altındaki çocuklar ve gençler tarafından işlenmektedir. İleri yaşlarda suç işleyenlerin yüzde doksanın çocukluk ve gençlik çağında suç işledikleri saptanmıştır. Konuya bu açıdan bakıldığında, çocuk ve gençlerde suç nedenlerini bulmak ve bunların önlemini almak, bir anlamda toplumda işlenen suçların da azalmasını sağlamak için çok önemlidir.
Suç nedir?
Bilindiği gibi hukuk; toplu halde yaşayan insanların davranışlarını düzenleyen disiplinlerden birisi ve de en önemlisidir. İnsan tabiatı ve bencilliği, hukuk düzeni olmadan birlikte yaşanabilmesine olanak vermez. Hukuk koyduğu kurallarla bu düzeni kurar ve korur. Suç;toplumun huzur ve sükununu bozdukları için yapılmaları yasak edilmiş ve işlenmeleri halinde cezayı müeyyide gerektiren fiillerdir.
İnsanlar neden suç işler?
Dünyayı tehdit eden suç olgusunun sebeplerine inmek, gerekçelerini irdelemek; suçlulara verilen cezalardan daha önemlidir. Her suç işleyen kendince o suçu meşrulaştıracak bir yöntem üretir ve kendince suçsuzdur.
Suç kavramını ele alırken o toplumun sosyolojik ve ekonomik yapısını ele almak gerekiyor. . . ve kişiyi o suça yönlendiren sebeplerin neler olduğunu da tespit etmek gerekiyor. . Sahi insan yanlış olduğunu, sonrasında pişmanlık duyacağını bildiği halde niçin suç işler?
İnsan, yaşadığı çevrenin çocuğudur;suçun nedenlerini insanların yaşadıkları sosyal ve fiziksel çevrede aramak gerekir. Suç, insanların içinde yaşadıkları toplumla aralarındaki sosyal bağların zayıflamasının sonucudur.
Çocuk ve genci suça yönelten ailelerin ortak özelliklerini şöyle toplayabiliriz: Yerinde kullanılmayan anne baba disiplini, aşırı aile baskısı, anne babanın aşırı ilgisi ya da ilgisizliği; gayrimeşru yaşantı ve bunun sonucu meydana çıkan çocuk; baba ya da annenin olmaması; ayrılmış anne baba; babanın alkolik olması; çalışma zorunluluğu yüzünden babanın uzun süre evden uzak kalması; işsizlik ve ekonomik güçsüzlük; sık sık çevre değiştirme.
Toplumsal, ekonomik ve kültürel değişmelerin toplumda yarattığı bunalımlar ve çatışmalar aile içine de yansır. Değişen değerler ve ahlak kavramının aile içinde yarattığı çelişmeler çocuk ve gençleri yeni arayışlara ve kişiliğini göstermek için davranış sapmalarına sürükler.
Başka bir bakış açısı, insanların her fırsatta suç işleyeceklerini iddia eder. Bu bağlamda insan her an kötülük yapmaya müsait ve kötülüğe hazır bir varlık olarak değerlendirilir. Bazı bilim adamları özellikle Freud saldırganlık ve cinselliğin yaradılıştan geldiğini savunur.
Suç diğer davranışlar gibi öğrenilen bir davranıştır.
Suçluyu suça iten onun içindeki kötülükten ziyade toplumun değer yargılarıdır. Kendisini aldatan karısını öldüren adam kanunlar ve yasalar önünde suçlu sayılırken toplumun genelinin gözünde suçsuzdur.
Hukuk sistemi alt sınıfların işlediği ‘adi suçlara’ odaklanır, üst sınıfların işlediği suçları gündeme getirmez. Örneğin gecekondu semtindeki bir okulda yaşanan bir şiddet olayında öğrenciler kriminalize edilirken, prestijli bir kolejin tuvaletinde uyuşturucu madde kullanan üst sınıfa mensup öğrencilere adli işlem uygulanmaz.
Hatırı sayılır bir beyaz yakalının bir kalemde yaptığı milyarlarca dolarlık hırsızlık, ‘hortumlama’ kavramıyla normalleştirilirken, birden fazla çocuğun yaptığı ekonomik değeri çok küçük olan hırsızlık, ‘organize suç’ kapsamında değerlendirilebilir.
Toplumda ekonomik eşitsizliklerin artması sonucu çocuklar, gelişim çağlarını fakirlik içinde yaşamaktadırlar. Buna ek olarak çocuklara ve ailelere yönelik kamu hizmetlerinin yetersiz olması da beraberinde çocukların suça itilme riskini getirmektedir
Adalet dağıtmayan bir hukuk sisteminde, bazı kişilerin haklarını, yargıya müracaat etmeden, kaba kuvvet ile alma yoluna gittikleri görülür. Belirli fırsatlara ulaşabilmek için yasal ve yasal olmayan yollar bulunmaktadır. Yasal fırsatlar engellendiği zaman, yasal olmayan fırsatlardan yaralanma yoluna gidilir, bu da suçu doğurur.
Fransız sosyologu Emile Durkheim’a göre, ahlaki yükümlülükler ve sosyal kurallar olmazsa, yaşam çekilmez hale gelir ve anomi ile sonuçlanır. Anomi bir kuralsızlık, normsuzluk duygusu olup, intihar ve suç gibi yıkıcı davranışları sonuçlar. Sınırlandırılmamış istekler ve davranışlar, önemli sosyal normlardan sapma ile sonuçlanır.
George Vold’a göre, toplum gruplardan oluşmaktadır. Bu grupların çıkarları ve amaçları birbiri ile çatışır, yarışır veya aynı doğrultuda olursa gruplar arasında uyuşmazlık başlar. Gruplar çıkarlarını çok iyi gözetirler ve onları savunmaya her zaman hazırdırlar. Bir grup durumunu koruyabilmek için ve geliştirebilmek için diğer sürekli diğer grupları kollamak ve mücadele etmek zorundadır.
Düşük gelir sınıfının kültürü suç doğurur, çünkü düşük gelir sınıfının ilgi odakları; açıkgözlük, heyecan, ve başına buyruk olmaktır. Açıkgözlük, başkalarını atlatabilme, onları kandırarak para kazanma; heyecan, tehlike, risk, başına buyruk olma ise herhangi bir sınırlamayı kabul etmemek anlamına gelmektedir. Kişi çevresiyle özdeşleşebilmek, çevresince kabul edilmek, bir statüye, prestije sahip olabilmek için bu özellikleri benimsemek zorundadır. Öte yandan bunları yaparken suç işlemesi kaçınılmazdır.
Bazen ölü bir insan faydalı olabilir. Örneğin biri bir cinayete şahit olduğunda katili ele vermemesi için susturulması gerekir. Yani onun ölümü, belli bir amaca hizmet etmektedir.
İnsan temel ihtiyaçlarının yoksunluğundan ileri gelen bir suçu işliyorsa, bu ihtiyaçlarını karşılamakla mükellef olan devlet onu yargılayamaz. Aç kalan adam çalar, hayatta kalması da suçun sürekliliğine dayanıyorsa artık karnını doyurmak için değil de diğerlerinin yaşadığı hayata ulaşma güdüsüyle çalar.
Bireylerin gelişimini şekillendiren toplumun analizi gerekmektedir. Suçun oluşum koşullarını değiştirmek için çalışmalar yapılmalıdır. Sadece bireysel yaklaşım veya cezalandırmalar olumlu sonuçlar için düşük bir potansiyeldir. Az gelişmiş semtlerde sosyal hizmet kurumlarının, danışmanlık merkezlerinin, anaokullarının, anne-baba-çocuk eğitimlerinin artışı hapishanelere göre daha az maliyetlidir. Kanunlar net bir dil konuşmalı, tutarlı ve caydırıcı olmalıdır. Her vatandaş şiddetin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini anlamalıdır.
Özellikle Türk gençliğinin probleminin gösterişli hayat özentisi ve ekonomik koşullar olduğu kabul görmüş bir gerçektir. Yaşadıkları hayatı, anne ve babalarını dizilerde gördükleri ya da çevreden algıladıkları hayatlara benzetemeyen gençler o hayatlara ulaşmanın yolunu farklı yerlerde aramakla birlikte tamamen boş vermiş bir hayata da sürüklenebilmektedir. Üzücüdür ki zorluklarla karşılaştığında suça başvuran bir gençliğe sahip olduk. Umarım gelecekte bu sorunlar aşılır. . .