Lokman Hakîm, zengin bir adamın kölesiydi. Bir gün Lokman Hakîmin efendisine olarak bir meyve getirdiler. Efendisi, Lokman Hakîmi sevdiği için, onu çağırdı ve meyveyi kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle meyveyi tekmil yedi; yalnız bir dilim kaldı.
Efendisi “Bunu da ben yiyeyim; bir bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir meyve” dedi. Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu. Efendisi o dilimi yer yemez meyvenin acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı. Bir eyyam acılığından adeta kendisini kaybetti.
Sonra Efendisi:
“A benim cânım, böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı tatlı yedin, bu ne sabır? Niçin ben yiyemem demedin” dedi.
Lokman dedi ki:
“Ey marifet sahibi efendim! Elinle sunduğun bir şeye nasıl olur da “bu acıdır” diyebilirim! Senin ihsan ettiğin herşey bana şifadır. Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki, utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Çünkü vücudumun bütün cüzleri senin nimetlerinden meydana geldi”