Askeriyeden bir subay milli güvenlik dersini vermek için bir özel okula gönderilir. Subay okula gider ve öğretmenler odasına girer. Buradaki öğretmenlerle bir süre sohbet eder. Dersine girecek olduğu sınıfı öğretmenlere sorar. Tüm öğretmenler bu sınıfın okulun en haylaz, en yaramaz, en söz dinlemez sınıfı olduğunu söylerler ve subaya sert olmasını tavsiye ederler. Subayda “ben askeri eğitim aldım, onları yola getiririm” der.
Daha sonra subay sınıfa girmiş, herkes ayağa kalkmış. İçlerinden bir kişi ayağa kalkmamış. Subay bunu farketmiş ve bozuntuya vermeden masasına gidip çantasını koymuş. Öylece kalkmayan çocuğa bakıyormuş. Herkes ayakta bir çocuk oturur vaziyette 5 dakika beklemiş.
Ardından “arkadaşım yeter bu kadar eğlence hadi kalk ayağa” demiş. Çocuk tepki vermemiş hiç. Subay sinirlenmiş ses tonunu yükselterek “Sana diyorum kalk ayağa” demiş. Fakat çocuk yine öylece oturuyormuş. Subay sinirlenmiş ve elini masaya vurarak “kalk ayağa ” demiş.
Çocuktan hala tepki yok. Subayın tepesi atmış ve bir hışımla çocuğun yanına gitmiş. “Kalk lan ayağa” diye var gücüyle bağırmış. Çocuk subaya bakmış ve ” Kalkmayı sizden çok istiyorum ama ayaklarım yok ” demiş. Subay çocuğun özürlü olduğunu görünce kendinden çok utanmış ve dersi bırakarak okuldan ayrılmış.
Önyargılar algıları sınırlar. Görmek inanmaktır, ama çoğunlukla neye inanıyorsak onu görürüz. Çalışmalar sürekli olarak dünyanın nasıl olduğuna inanmak istiyorsak algılarımızı da o şekilde filtreledigimizi gösteriyor.
Lee Lipsenthal, Tek Tadımlık Hayat