Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı.Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.
Büyük ağaç, iyice kasılarak:
—Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.
Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.
Ancak küçük limon ağacı bu teklifi kabul etti. Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.
Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.
Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
Kıskançlık zorlu bir diş ağrısı gibidir. İnsan kıskançlık duyduğu zaman bir şey yapamaz, oturamaz bile. Ancak gidip gelebilir. Bir noktadan öbürüne.
Milan Kundera