Bugün neysem on iki yaşımda oldum.Uçurtma Avcısı romanı bu cümle ile başlar.Çok duygulandığım,kızdığım ve boğazımın düğümlendiğini hissettiğim anlar oldu romanı okurken.Siz de okuduğunuzda romanın neden bu cümle ile başladığını anlayacaksınız.
Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali ile birlikte bir çok dram yaşanmıştır ve tarihte bunu dramı en mükemmel anlatan kitap Uçurtma Avcısı’dır. Olaylara iki çocuğun gözünden mükemmel bir dram ile bakan Everest Yayınları dan çıkan kitabın yazarı Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) en ünlü Afgan yazarlardan biri haline gelmiştir.Kitabın tercümesi Püren Özgören tarafından yapılmıştır.
Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları… Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.
Uçurtma Avcısında anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü…
Emir ve Hasan, Kabil’de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk… Hasan’la Emir aynı memeden süt emmişlerdi. İlk adımlarını aynı bahçede, aynı çimenlerin üzerinde atmışlardı. Ve ilk sözcüklerini aynı çatının altında söylemişlerdi.
Aynı evde büyüyüp,aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir’le Hasan’ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.
Hasan okuma yazma bilmez; ama Emir her zaman yazdığı hikâyeleri Hasan’a okur.Hasan iyi bir dinleyicidir ve Emir’in yıllar sonra ünlü bir yazar olduğunu öngörebilmiştir.
Ama Baba’nın çocuğu ile ilgili hayali ve beklentisi onun bir yazar olması değil,kendisi gibi güçlü ve sözü dinlenen onurlu bir erkek olmasıdır.Baba oğlunda bir eksiklik olduğunu düşünmekte ve şuna inanmaktadır:Kendini savunamayan bir çocuk,hiçbir şeyi savunamayan bir erkek olur.
Her kış Kabil’in mahalleleri arasında düzenli olarak uçurtma yarışı düzenlenir.Turnuvanın başladığı gün hiç tartışmasız kış mevsiminin en önemli günüydü.Bu yıl yapılacak uçurtma yarışına Emir ve Hasan da katılır.Bu yarışma Baba’yla aynı evde yaşayan, ama farklı dünyalardaki Emir’in görülen değil bakılan, duyulan değil dinlenen biri olabilmek için tek şansıydı.
Yaklaşık 100 uçurtmadan sadece iki uçurtma kalmış ve son uçurtmayı da Emir koparmıştır.Hasan kopan uçurtmayı yakalamak için emir’e söz verir ve uçurtmanın peşinden koşar.Hasan aslında Emir için arkadaştan ziyade,babasının yanında çalışan hizmetlinin oğludur.Diğer taraftan Hasan aynen babası gibi çok fedakar ve sadakat sahibidir.Emir için her türlü fedakarlığı yapmaya hazırdır.Uçurtmanın yakalanması ile ilgili şu ifadeyi kullanmıştır:Senin için bin tane olsa yakalarım.
Bu arada uçurtmanın peşinden giden Hasan’ı merak eden Emir onu aramaya başlar.Yaşlı bir satıcı Hasan’ı elinde uçurtmayla peşinde birkaç çocuktan kaçarken gördüğünü söyler. Emir tedirgin olur ve aramaya devam eder. Bir ses duyar hemen oraya yönelir Assef ve arkadaşları Hasan’ı kıstırmış elindeki uçurtmayı ister Hasan ise hiç tereddütsüz “uçurtmayı emir ağama götüreceğim ona söz verdim.“ der.Hasan hayatı boyunca unutamayacağı bir şiddete maruz kalır ve Emir bunu sadece uzaktan izlemekle yetinir.
Hasan elindeki uçurtmayı verse veya Emir uzaktan izlemek yerine olaya müdahil olsa belki de bu talihsiz olay hiç yaşanmayacaktı.Ama Hasan bu uçurtmayı getireceğine dair söz vermişti bir kere.Çünkü özü sözü doğru olanların ortak yönü de budur:Karşısındaki kişinin de içten konuştuğunu sanırlar.
Emir bu olanlardan dolayı büyük utanç duyar ve bir daha Hasan’ın yüzüne bakamaz.Babasının sözleri aklından çıkmıyordu:Bu dünyada kötüler var; bazen kötüler hep kötü kalır. Bazen onların karşısına dikilmen gerekir.
Emir kendisini affettirmenin çaresini aramak yerine, birlikte yaşadıkları için duyduğu utanç ile her gün yüzleşmek zor gelir ve Hasan’a bir tuzak kurarak onu hırsız gibi gösterir ve böylece babasının işten atılmasına sebep olur. Her ne kadar Emir’in babası bu olayı görmezden gelip Hasan’ı affetse de Hasan’ın babası bu utanca dayanamaz ve oğlunu alıp bölgeyi terk eder.
Bu sırada Sovyet işgali başlar ve Emir ile babası her şeyleri kaybederler. Bunun üzerine ellerinde kalanlar ile birlikte Amerika’nın yolunu tutmak zorunda kalırlar. Evlerini, hayatlarını, tüm yaşanmışlıklarını bir gecede geride bırakmak zorunda kalırlar. Onlar için yepyeni bir hayat başlayacaktır. Emir, bu sayede Hasan’ ı da geride bırakacağını sanmaktadır.Fakat yeni hayatta Emir’in içinde bulunduğu duruma değiştirmek ve geçmişinden gelen pişmanlık ve utanç ile yaşamak zorunda kalır.
Amerika’ da bir hayat kurarlar. Emir büyür, okur, aşkı yaşar, evlenir, yazar olur. Yıllar sonra babasını kanserden kaybeder.
Aradan yıllar geçer ve büyümüş olan Emir Afganistan’dan bir telefon alır. Arayan kişi Hasan’ın başının tehlikede olduğunu ve yardıma ihtiyacını olduğunu belirtir. Bunun üzerine vicdanını rahatlatma fırsatı bulan Emir Amerika’daki hayatını bırakıp Afganistan’a geri döner.Döndüğünde ise her şeyin daha kötüye gittiğini görür. Afganistan’ a döndüğünde hiçbir şeyin aynı kalmadığını ve insanların sefalet içinde yaşadığını görür. Artık Afganistan, Taliban’ ın emrindedir ve Taliban, Allah adını kullanarak en masum insanları bile öldürmektedir.
Gördüklerine inanamayan Emir’i duydukları çok daha fazla şaşırtmıştır. Babası kendisinden yıllarca sırlar saklamış ve bu sırlar yıllar sonra açığa çıkmıştır. Öğrendikleri sayesinde tüm dünyası yıkılır.
Dahası Hasan ölmüştür fakat onun da bir oğlu vardır. Oğlunu kurtarmak için ise yıllar önce kaçmayı tercih ettiği gibi bir olay ile karşılaşır. Ya tekrar kaçıp ikinci kez vicdanı ile baş başa kalacaktır ya da bu kez karşı koyup Hasan’ın oğlunu kurtarıp ona olan borcunu ödeyecektir.
Hasan’ın Farzana adında karısının ve Sahrab isminde bir de oğlunun olduğunu öğrenir.Sahrab’ın yetimhanede olduğunu, yetimhanedeki adamın onu köle gibi çalıştırdığını öğrenir. Uzun aramalardan sonra Emir yetimhaneye tek başına gider.Yetimhanedeki adama ne için Kabil’de olduğunu anlatır. Daha sonra Emir, yetimhane sahibinin Assef olduğunu anlar ve tartışmaya başlar. Yıllarca kaçtığı olaydan bu defa kaçamayan Emir, Sahrab’ı da alarak oradan hızla kaçar.
Emir ve Sahrab Kaliforniya’ya giderler. Birlikte parka giderler. Emir, Sahrab’a uçurtmayı öğretir. Yıllar sonra şimdi Hasan’ın yerinde oğlu Sahrab vardır. Makarayı Sahrab tutuyor, ipi ise Emir. Birlikte diğer uçurtmayı koparırlar. Kopan uçurtmayı yakalamak için Sabrab’a söz veren Emir uçurtmanın peşinden koşar.
Gerçekten gözyaşları içerisinde romanı okurken zaman zaman boğazımın düğümlendiğini hissettim.Kurgusu ve yazarın anlatımı olağanüstü.
Okurken kanınız donacak.. Kızacaksınız, üzüleceksiniz, ağlayacaksınız. Kitabın sürükleyiciliği sayesinde elinizden düşüremeyeceksiniz. Her sayfasında biraz daha etkilenecek ve belki de uzun süre kitabın etkisinden çıkamayacaksınız.
Geçmişte yaşadığınız tek bir olay tüm hayatınızı etkileyebilir. Bazen öyle olaylar yaşarsınız ki,hatalarınızın bedelini tüm hayatınız boyunca yaşamak zorunda kalırsınız. Kimseye söyleyemediğiniz, kalbinizin en derinliklerine gömmeye çalıştığınız sırrınız, ne kadar uzaklaşmak isteseniz de peşinizden gelir. Ömrünüzün sonuna kadar vicdanınızın sesiyle yaşamak zorunda kalırsınız.
Ama şunu unutmayın yaptığınız hata ne olursa olsun her zaman yeniden iyi biri olmak mümkündür.Yeter ki isteyin.
Kitaptan Alıntılar
Kendini savunamayan bir çocuk, hiçbir şeyi savunamayan bir erkek olur.
Vicdanı olmayan, iyiliği bilmeyen bir insan acı çekemez.
Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın.
Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir.Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.
Sonradan bulduğun bir şeyi yitirmek, her zaman daha zordur.
Yalanla kendini kandırmaktansa gerçekle yüzleşmek iyidir.
Şu kendini her şeyden üstün gören maymunların sakalına tüküreyim. Tespih çekip “anlamadıkları” bir kitabı ezbere tekrarlamaktan başka ne bilirler?
Halkımın kendi ülkesini el birliğiyle mahvetme biçimi, göğsümü beklenmedik bir öfkeyle sıkıştırıverdi.
Senin bu kadar mutlu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler.
Çöldeki yabani otlar yaşar, oysa bahar çiçekleri çabuk solar. Ne zarafet, ne asalet, ne trajedi!
Çocuklara sözler vermek , çok tehlikeli bir şeydir.
Burası hiç de korunaklı değil. Yiyecek yok, giysi yok, içecek şu yok. Buradaki en bol şey, çocukluğunu yitirmiş çocuklar.
Eğer yukarıda bir yerde bir Tanrı varsa, umarım benim içki içmem ya da domuz eti yememden daha önemli meselelerle uğraşıyordur.
Benim görülen değil bakılan, duyulan değil dinlenen biri olabilmek için tek şansımdı.
Yanıtlanmayan sorular, boş bakışlar, anlamsız yüzler öyle acı vericiydi ki.
“Şey,” dedi, “neden adam karısını öldürdü? Daha doğrusu, gözyaşı dökmek için illa da üzülmesi mi gerekiyordu? Soğan koklasa olmaz mıydı?”
Sonuçta, mutlaka dünya kazanır.Düzen böyle.
Sen bir tanesini alıp Amerika’ya götürüp hayatını kurtaracağım diyorsun ya geri kalan iki yüz tanenin hayatı ne olacak.
Bir keresinde, ben küçükken bir ağaca tırmandım.Şu yeşil, ekşi elmalardan yedim.Karnım davul gibi şişti, çok acıdı.Annem elmaların olgunlaşmasını bekleseydin, hastalanmazdın dedi.Şimdi, ne zaman bir şeyi çok istersem annemin elmalar için söylediği şeyi anımsıyorum.